İstanbul Akvaryum kimin ?

Gokceer

Global Mod
Global Mod
Bir Akvaryumun Hikâyesi: İstanbul’un Derinliklerinde Saklı Sahiplik Meselesi

Giriş: Camın Ardındaki Mavi Sessizlik

Geçen hafta sonu, yağmurun İstanbul sokaklarını gümüş gibi parladığı bir günde, uzun zamandır görmek istediğim İstanbul Akvaryum’a gittim. Forumda “gidilmeye değer mi?” diye defalarca tartışılmıştı. Fakat ben, o devasa camların ardında sadece balıkları değil, şehrin kendine has bir hikâyesini göreceğimi bilmiyordum.

Biletimi alırken önümde duran çift dikkatimi çekti. Kadın, yüzündeki heyecanla “Bak, su altı tünelinde ışıklar değişiyormuş!” dedi. Erkek ise sakin bir sesle “Kalabalık olmasın diye rota planlayalım, önce Pasifik’ten başlayalım,” diye önerdi. O anda düşündüm: Bu akvaryumun içinde de, dışında da yaşam hep aynı dengeyi arıyordu — hislerle aklın, sezgiyle stratejinin dengesi.

Bölüm 1: Suyun Hafızası ve Şehrin Sahibi

İstanbul Akvaryum, 2011’de açıldığında sadece bir turistik mekân değildi; aynı zamanda şehrin dönüşümünün simgesiydi. Florya kıyısında, Marmara Denizi’ne nazır bu devasa yapı, aslında Kültür A.Ş. ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin iştiraki olan bir projeydi. Resmî olarak mülkiyeti İBB’ye ait, işletmesi ise İstanbul Akvaryum Turizm A.Ş. tarafından yürütülüyordu. Fakat mesele sadece “kimin” olduğu değildi — mesele, “kimler için” yapıldığıydı.

Bu düşünceyle dalga seslerinin yankılandığı koridorlardan geçerken, akvaryumun ilk planlama yıllarını hatırladım. 2000’lerin başında ekonomik kalkınma ve şehir markalaşması üzerine yapılan tartışmalarda, İstanbul’un bir “deniz kültürü kenti” olma vizyonu vardı. Fakat ironiktir, bu denizle çevrili şehir denizle yaşamayı pek bilmezdi. Akvaryum, bu eksik bağı yeniden kurmanın sembolü olarak tasarlandı.

Bölüm 2: Derinlikteki Karakterler – Derya ve Mert

Koridorlardan birinde iki kişi dikkatimi çekti. Derya, deniz biyoloğu; Mert ise mimar. Akvaryumun bakım ekibinde çalışıyorlardı. Bir tartışma ortasındaydılar.

“Biliyor musun Mert,” dedi Derya, ellerini cama koyarak, “bu tanklardaki balıkların yön duygusu bizimkinden daha net. Bizse kimin yön verdiğini bile karıştırıyoruz.”

Mert gülümsedi. “Sen duygusal yaklaşıyorsun yine. Şehir projeleri duygu değil, stratejiyle yürür.”

“Strateji mi?” dedi Derya, gözlerini suyun içindeki köpekbalığından ayırmadan. “Strateji, dengeyi anlamadan olmaz. Şehrin kalbini duymadan plan yapılır mı?”

Bu diyalog, aslında İstanbul’un yüz yıllık kimlik arayışının özeti gibiydi. Erkek aklıyla kurulan düzenler, kadın sezgisiyle anlam buluyordu. Ve Akvaryum, bu ikisinin tam kesişim noktasında duruyordu: camın ardında hayat, camın dışında plan.

Bölüm 3: Tarihin Dalgaları – Osmanlı’dan Günümüze Denizle İlişki

Derya’nın anlattıkları beni düşündürdü. Osmanlı döneminde bile deniz, halktan çok sarayın seyir zevkiydi. Haliç’te kayıklar süzülür, Boğaz’da yalılar süslenirdi ama deniz, bir geçim kaynağı olmaktan öteye gitmezdi. Cumhuriyet döneminde de şehir hızla karaya döndü; denizle bağ kurmak yerine betonla duvar örüldü.

İstanbul Akvaryum, bu unutulmuş bağı yeniden canlandırma çabasıydı. Fakat aynı zamanda, kapitalizmin en parlak örneklerinden biri olarak da eleştirildi. Kimileri “denizin tutsak edilmesi” diyordu; kimileri ise “çocuklara denizi sevdirmek için en güzel yol.”

O an düşündüm: belki de sahiplik sadece tapuda yazan isimle değil, ruhen hissedilen aidiyetle ölçülmeliydi.

Bölüm 4: Strateji ve Empati Arasında – Bir Şehrin Aklı

Derya ile Mert’in hikâyesi, bir gün forumda paylaşılmış bir tartışmada yeniden canlandı. Bir kullanıcı “Akvaryum tamamen belediyeye mi ait, yoksa özel ortaklık mı var?” diye sordu.

Mert kullanıcı adını “Strategos” koymuştu. “Yönetim yapısı karma,” dedi. “Belediye ana hissedar ama işletme özel sektör dinamikleriyle çalışıyor. Finansal sürdürülebilirlik için böyle olması şart.”

Derya ise “EmpathicSea” adlı kullanıcıyla cevap verdi: “Ama o zaman yerel halkın aidiyet duygusu azalıyor. Kent mekânları sadece yatırım değil, toplumsal bağ da olmalı.”

İki bakış açısı, tıpkı o gün akvaryumda olduğu gibi çarpıştı — ama bu kez bir forumun dijital dalgaları arasında.

Bölüm 5: Kimindir Bu Mavi?

Akvaryumun sahipliği sorulduğunda çoğu kişi “belediyenin” der, ama gerçekte mesele çok daha derindir. Çünkü Akvaryum, tıpkı İstanbul gibi, çok sesli bir yapıdır: yerel yönetimin planı, özel yatırımın gücü, halkın merakı ve çocukların hayal gücü birleşmiştir orada.

Belki de bu nedenle, “kimin?” sorusu tek bir isimle değil, bir toplulukla cevaplanmalıdır. İstanbul Akvaryum, İstanbulluların, gezginlerin, çocukların ve hatta suyun hakkını savunan her canlının ortak alanıdır.

Sonuç: Bir Şehri Yansıtan Cam

Günün sonunda Derya’nın sözleri aklımda kaldı:

“Bu camın ardında balıklar değil, biz varız. Suyun ritmini unutan insanlar.”

Evet, İstanbul Akvaryum’un mülkiyeti resmî olarak İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne bağlı İstanbul Akvaryum A.Ş.’ye aittir. Ancak manevi sahipliği, şehri anlamaya çalışan herkesindir.

Belki de forumlarda asıl sormamız gereken soru şu:

> “Bir yerin sahibi kimdir — onu inşa eden mi, yoksa onunla bağ kuran mı?”

Kapanış Mesajı: Düşünmeye Davet

Sizce şehirlerin kimliği kimlerin elindedir? Plan yapanların mı, his kuranların mı?

Belki de İstanbul’un geleceği, Mert’in aklıyla Derya’nın kalbini birleştirebildiğimiz noktada şekillenecek.

Çünkü tıpkı akvaryumdaki gibi, suyun içindeki yaşam da, dışındaki bizler de aynı dengeye muhtacız.