Dostoyevski hangi felsefedir ?

Gokceer

Global Mod
Global Mod
Dostoyevski Hangi Felsefedir? Bir Kafanın İçine Yolculuk!

Şimdi, Dostoyevski deyince gözlerinizin feri mi söndü yoksa kafanızda "Bu adam nasıl bir manyak ya?" gibi bir soru mu belirdi? O zaman doğru yerdesiniz! Dostoyevski, sağlıklı bir kafayı zorlayan bir felsefi deha değil, tam tersine içindeki çelişkilerle boğuşan, hayatı anlamaya çalışan bir adam. Yani, kafası o kadar karışık ki, “Benim de şu hayatta bir yolum var mı?” diye düşünenlerin başvuru kaynağı. Ancak, Dostoyevski’nin felsefesi sadece bir “çıkış yolu arayışı” değil, insanın kendi içsel karmaşasıyla savaşının da simgesidir. Her şey, “Sen kimsin?” sorusunun cevabını aramakla başlar, ya da belki de “Sen kimsin ki?” sorusunun.

Ama şunu hemen belirteyim, Dostoyevski’yi anlamak, bir iş görüşmesinde erkeklerin stratejik yaklaşımları gibi planlı bir şey değildir. O daha çok, kadınların empatik bakış açılarıyla “Birini anlamak için biraz da kafa karıştırman gerek!” anlayışını benimser. Dostoyevski felsefesi de tıpkı bu ilişkisel bakış açısıyla insanın karanlık taraflarını keşfeder.

İçsel Çatışmanın Felsefesi: Yalnızlık, Suç ve Kefaret

Bir insan ne zaman Dostoyevski okumaya başlasa, birdenbire “beynimde neler oluyor?” sorusuyla karşı karşıya kalır. Çünkü onun kitapları, insanın yalnızlıkla yüzleşmesini ve içsel çatışmalarını anlamaya çalışmasını ister. Raskolnikov, Karamazov Kardeşler ya da o karizmatik yer altı adamı, hepsi birer içsel felsefi problemle savaşıyor. Raskolnikov'un, “Bir insan neden suç işler?” sorusu, Dostoyevski’nin felsefesinin merkezine oturur. Kendisini diğer insanlardan üstün gören Raskolnikov, işlediği cinayetle hem Tanrı’ya hem de insanlara meydan okur. Ama tabii işler istediği gibi gitmez; çünkü ruhunun derinliklerinde, onu bir türlü rahatlatamayan bir suçluluk duygusu vardır.

Burada karşımıza çıkan, bir bakıma kadınların “suçluluk duygusu yüzünden ilişkilerde daha çok ‘şey’ yaptıkları” anlayışına benzer bir durumdur. Yani, erkekler hemen bir strateji belirleyip çözümü bulurken, kadınlar bazen suçluluklarıyla baş başa kalır. Dostoyevski de bize, her “suçun” bir kefareti olduğunu ve insanın ruhunun derinliklerinde çözülmemiş meselelerin var olduğunu hatırlatır. Felsefesini anlamak için bu çelişkilerle yüzleşmek gerekir.

İman ve Şüphe: Tanrı’nın Varlığıyla İlgili Kısa Bir Tartışma

İman mı? Şüphe mi? Dostoyevski’nin en büyük felsefi meselelerinden biridir. Raskolnikov ve Ivan Karamazov arasındaki tartışmalarda bu meselenin peşinden gittiğini görürüz. Ivan, Tanrı’nın dünyadaki kötülüğü nasıl açıklayacağına dair ciddi şüpheler taşırken, Alyosha ise Tanrı’ya inanmak için dünyadaki kötülükle barışmak zorundadır. Dostoyevski, bu ikilemle insanın Tanrı’yla ilişkisini bir denge unsuru olarak ele alır. Ama aslında bu bir “İman ediyorum çünkü Tanrı'nın varlığına inanmaktan başka çarem yok” anlayışından çok, “İnandım çünkü Tanrı ile ilişkimi bozmamak zorundayım” düşüncesidir.

Dostoyevski’nin bu noktada sormak istediği soru oldukça düşündürücüdür: Tanrı’yı, karşımıza çıkan olaylarla birlikte mi, yoksa sadece Tanrı’ya olan inançla mı kavrarız? Klasik erkek bakış açısıyla, bazen bir sorunun çözümü mantıklı bir şekilde yaklaşmakla bulunur, ama Dostoyevski, sorunun çözümüne ulaşmanın bazen kafa karıştırıcı, bazen de duygusal bir yolculuk olabileceğini gösterir. Burada kadınların şüpheci bakış açıları devreye girer: Tanrı ile olan ilişki bir duygusal bağ mı, yoksa tamamen mantıklı bir açıklama mı gerektiriyor?

Karamazov Kardeşler: Aile İlişkileri ve Felsefi Karmaşa

Şimdi gelirken Karamazov Kardeşler’e de bir göz atalım. Bu eser, sadece bir aile dramı değil, aynı zamanda içsel çatışmalarla dolu bir felsefi tartışma alanıdır. Karamazov ailesinin her bir ferdinin kendine özgü bakış açıları vardır ve her biri, insanın farklı yüzlerini temsil eder. İvan, Tanrı’yla olan ilişkisini sorgularken, Alyosha insanın iyiliği üzerine kafa yorar. Dmitri ise duygusal patlamalarıyla, insanın arzu ve nefsiyle savaşır.

Burası, bir bakıma modern dünyanın karmaşasını simgeler. Herkesin hayatına farklı açılardan yaklaşıyor olması, erkeklerin ve kadınların dünyaya farklı bakış açılarıyla yaklaşmalarını hatırlatır. Bir taraf daha çok çözüm ararken, diğer taraf bir duygusal denge peşindedir. Bu da Dostoyevski’nin felsefesine dair bir gerçekliği gösterir: İnsanın varoluşu, hem mantıklı bir çözüm arayışı hem de duygusal bir sorgulamanın birleşiminden doğar.

Sonuç: İnsan Olmak, Dostoyevski Felsefesinde Bir Yolculuk

Sonuç olarak Dostoyevski’nin felsefesi, bir insanın ruhunun en derinlerine inilmesi gerektiğini vurgular. O, bir yönüyle Tanrı’ya, diğer yönüyle insanın kendi arzusuna, kaygısına, suçluluğuna ve kefaretine bakarak bir anlam arayışında bulunur. Bu da onun felsefesinin, herkesin kendine özgü bir şekilde kucaklayabileceği bir anlam taşımasıyla ilgilidir. Şüpheci bir bakış açısının, empatik bir anlayışla harmanlanması, Dostoyevski’nin düşüncelerinin temelini oluşturur.

Günümüzün karmaşasında, Dostoyevski’nin bu felsefesi, “Ben kimim ve neden buradayım?” sorularını sıkça sorduran bir içsel yolculuğa dönüşür. Peki, sizce Dostoyevski'nin anlayışını yalnızca geçmişteki bir felsefi arayış olarak mı kabul etmeliyiz, yoksa hala bugün kendimizle baş başa kaldığımızda bu sorgulamalara devam mı etmeliyiz?